SESSİZ HASTA
Günlerden pazartesi, saat ona çeyrek var. Hava yine bulutlu, kasvet tüm şehri ortadan ikiye bölmüş durumda. Halil İbrahim Bey, elinde bir fincan çayıyla dışarıda rüzgârdan kaçan insanları seyrediyordu. Kızı Zehra, elindeki tepsiyle içeriye girdi, yemek masasının yanına geçip, masadakileri toplamaya başladı. Zehra, Halil İbrahim Bey’in üç çocuğundan en küçüğüydü, en sessiziydi. Zehra, suskundu, sessizdi. Sessizliğe mâhkum kalmıştı çocuk yaşında. Annesinin günahını ömrü boyunca susarak geçirecekti belki de. Annesiydi ya, Zehra’nın sebebi, üzerindeki gölgesi. Daha aklının almayacağı yaşında annesinin, babasına olan ihanetine tanık olmuştu ve annesi tarafından ağır psikolojik şiddetle susturulmuştu. Zehra’nın daha hala ansızın annesinin sus çığlıkları kulaklarında yankılanırdı. Zehra masadaki tabakları toplayıp, koyu yeşil kapılı mutfağa girdi. Halil İbrahim Bey, boynunda asılı duran gözlüğünü takıp, tekli koltuklardan birine oturdu ve eline sehpada bulunan bugüne ait olan gazeteyi aldı. Diğer elinde tuttuğu boş fincanı bıraktı, gazetenin sayfalarını karıştırmaya başladı. Zehra, mutfaktan bir kalem ve küçük bir not defteriyle babasının yanı başına geldi. Halil İbrahim Bey, kızını görür görmez elindeki gazeteyi bir kenara bıraktı. Karşısında duran kızına baktı.
‘’Otursana kızım.’’dedi.
Zehra babasını dinleyerek ayakta dikilmeyi bıraktı ve ikili koltuğa yerleşti. Elindeki not defterine Ayşe Nineye gitmek istediğini söyledi. Ayşe nine büyütmüştü Zehra’yı, annesi olmuştu. Zehra mutlaka haftanın iki günü giderdi. Halil İbrahim Bey, gözlüklerini indirdi Zehra’ya henüz bir cevap vermeden bakışlarını pencereye çevirdi. Hava hala kötüydü, esen sert rüzgara bir de şiddetiyle yağan yağmur eklenmişti. Gözlerini kızı Zehra’ya çevirdi.
’Hava iyice bozdu Zehra, bu yağmurda heba olursun kızım. Bugün gitmeyiver, hava güzel olunca gidersin.’’dedi.
Zehra’nın omuzları çöktü. Bugün gitmek istiyordu çünkü nenesinin sevdiği çöreklerden yapmıştı. Bıraktığı kalemi eline alıp birkaç şey yazdı ve babasına çevirdi.
Notta, bugün gitmek istediğini çörek götüreceğini söylüyordu. Halil İbrahim Bey kızına baktı. İstekli oluşunu gördü ve hevesini kırmak istemedi. Çünkü Zehra, her zaman böylesine ısrarcı olmazdı. Kızı nadiren ısrarcı olurdu bu da o anlardan biriydi. Bakışları yumuşadı Halil İbrahim Bey’in, sonra oturduğu koltuktan kalktı.
‘’Tamam, hadi hazırlan beraber gidelim.’’dedi. Zehra sevinçle oturduğu yerden kalktı, babasına gülümsedi ve hızlı adımlarla merdivenlerden çıktı. Halil İbrahim Bey, kızının arkasından tebessümle baktı.
Yarım saat sonra Zehra ve Halil İbrahim Bey evden çıktı. Yalının önünde onları bekleyen araca bindiler. Yol kısa sürdü. Araç Ayşe ninenin evinin önünde durdu. Zehra ve Halil İbrahim Bey araçtan indiler. Zehra elindeki paketi düşürmemeye özen göstererek evin önüne koştu, kapının tokmağına iki kez vurdu. Kapının birkaç dakika sonra Ayşe Nine tarafından açıldı. Zehra gülümsedi, Ayşe Nine onu görür görmez sevinçle bir şeyler şakıdı. Birbirlerini sarıldılar.
‘’Hoş geldin, güzel kızım.’’dedi Ayşe nine. Zehra gülümsemeye devam etti. Sonra hep birlikte içeri girdiler. Ayşe Nine demlediği taze çayı ince belli bardaklara doldururken Zehra getirdiği çörekleri kabından çıkardı.
‘’Oy benim çiçek kızım, ellerine sağlık.’’dedi Ayşe Nine.
Bu sırada Halil İbrahim Bey kızının yüzündeki sevinci içindeki yeşeren buruk duyguyla izliyordu.
Saatler birbirinin arkasını kovaladı. Hava iyiden iyiye karardı, Zehra ve Ayşe Nine akşam yemeği için sofrayı kurdular. Hep birlikte yemeklerini yediler. Çaylar içildi, derin gülümsemeler, hoş sohbetler edildi. Saat ona vurduğunda Halil İbrahim Bey oturduğu tekli koltuktan ayaklandı.
‘’Haydi Zehra, artık gidelim. Ninende istirahat etsin.’’dedi. Zehra istemeye istemeye ayaklandı. Burada huzurlu hissediyordu, hiçbir zaman gitmek istemiyordu. Ayşe Nine kapıya kadar onlara eşlik etti. Zehra ve Ayşe Nine kapıda sıkı sıkı sarıldılar birbirlerine. Sanki, bir daha elleri hiç kavuşamayacakmış gibi. Zehra kapıdan ayrılıp, araca binerken içine bir ağırlık çöktü. Onu huzursuz etti ve aklı Ayşe Ninede kaldı.
Yarım saatlik yolun ardından araç büyük yalının önünde durdu. Araçtan inip yalıya girdiler. Zehra çantasına sıkıştırdığı not defterini ve kalemini eline aldı.
‘’Teşekkür ederim baba.’’ yazdı kağıda.
Halil İbrahim Bey kızına sarıldı ve başının üstüne bir öpücük kondurdu. Sonrasında herkes odasına çekildi. Zehra her gün eksiksiz yazdığı günlüğünün kapağını araladı ve yazmaya başladı. Yazmayı severdi. Çünkü yazmak onun dili, hisleri olmuştu.
Gece bitti, ay yok oldu. Güneş tüm parlaklığıyla gökyüzünü aydınlattı.
Zehra içinde bir huzursuzlukla uyandı güne. Her sabah mutlu ve umutla uyandığı sabaha bugün, içine çöken tuhaf bir hüzün ve kasvetle uyanmıştı. Çarçabuk yataktan kalkıp temiz kıyafetlerini giymiş, saçlarını örmüştü. Kahvaltı için aşağı indi, merdivenlerin başında babasının sesini duydu. Halil İbrahim Bey öfkeli ve hararetli bir şekilde biriyle tartışıyordu. Zehra merakından hızlıca indi merdivenleri, büyük salona ulaştı. Gördüğü beden karşısında ayakları yere çivilendi, bedeni kaskatı kesildi, kulakları uğuldamaya başladı.